“Kürtler için Zilan Vadisi Kudüs şehri kadar kıymetli ve kutsaldı”
Berjin Haki’nin Tersine Akan Zaman ortak üst başlığıyla kaleme aldığı roman üçlemesinin üçüncü kitabı Zilan’ın Son Mevsimi adıyla yayımlandı (Sınırsız Yayınevi, 2025). Üçlemenin diğer iki kitabı daha önceleri aynı yayınevi tarafından çıkarılmıştı: Meşe Ağacı (2023) ve Zilan’ın Dengbêjleri (2024). Romanın yazarı ve dokuz yüz yıl yaşayan Genç Meşe ağacı elele vererek Zilan Vadisi’nin dokuz yüz yıllık tarihini bu roman üçlemesine sığdırırlar. Genç Meşe bu son ciltte Zilan Katliamı’nın vuku bulduğu 1930’lu yıllar hakkında konuşur. Bu kez de bu yaşlı ve akıllı ağaç kol-kanat ve dallarını gererek bu kırım sırasında biçilen, yok edilen kadın, çocuk ve Zilanlı tüm biçarelere yardım elini uzatmak ister. Bu büyülü ağaç kuruyup kül olmadan önce Zilan’ın önemini romanın başlarında okuyucuya çok etkili bir karşılaştırma ile tekrar hatırlatmak ister: “Destanlar, aşklar, aşiretlerin kültürü, savaşlar, kahramanlıklar çoğalarak Zilan’ın dağlarını aştı. Kürtler için Gelîyê Zîlan (Zilan Vadisi) Kudüs şehri kadar kıymetli ve kutsaldı”. Yazarın roman anlatıcısı olarak Genç Meşe ağacı gibi bir yaratığı vahşet ve dehşetten bir türlü ders alamayan ‘insanoğlu’nun yerine seçip konuşturması daha anlamlı ve akılcı görülüyor.
ZİLAN VADİSİ’NDE VAHŞET
![](https://maras-saglik-haberleri.com.tr/wp-content/uploads/2025/02/bir-zilan-romani-0-b7KpcXZM.jpg)
Üç ana bölümden oluşan roman 1930 yılının Temmuz ayında Van Denizi kıyısında bulunan Zilan yöresinde gerçekleştirilen Zilan Katliamı üzerinedir. Romanın adı Zilan’ın Son Mevsimi’nin neye atfen seçildiğini okuyucu romanın sonuna gelince daha rahat görebiliyor. İnsanlığın bu topraklarda zamanla bir tükenişe, yok oluşa uğradığı ve insanların insanlıktan çıkıp canavarlaştığı görülür. Sivil halka karşı gerçekleştirilen bu büyük katliam modern Kürtçede “Komkujiya Zîlanê” olarak geçer.
Zilan’ın Son Mevsimi adlı bu romandaki olayların bir kısmı Zilan Katliamı daha başlamadan önce bir Kürt köyünde geçer, yazar köyün adını romanda belirtmez. Köy muhtarı Süleyman ve eşi Eyşan, Süleyman’ın can arkadaşı Şair Sadi, Gozel Hatun ve oğlu İbrahim, masal anlatıcısı Seraye, ağıt yakıcısı Leylaxan gibi tipler roman kahramanları olarak dikkatleri üzerinde toplar. Tüm bu kişiler romanın sonunda kurşuna dizilerek yok edilir. Köyün muhtarı Süleymanı’nın gebe olan eşi Eyşan’ın yakınlarının gözü önünde öldürülmesi okuyucuyu sarsabilecek bir diğer dehşet ve vahşet sahnesini oluşturur. Diğer gebe olan bir Kürt kadını İpek’in durumu da içler acısı, Eyşan’ın kaderini paylaşır. Ama romanın anlatıcısı Genç Meşe diğer ağaçlarla birlikte harekete geçer: “…nefesimizi birleştirmiş İpek’in bebeğine gönderiyorduk“. Köyün muhtarı Süleyman ve yakın arkadaşı Şair Sadi de vurularak yere serilenler arasında yer alır. Romanda Şair Sadi’ye geniş yer verilir. Van’dan dönen Sadi’nin heybesinde bulunan Kürtlerin ulusal destanı Mem û Zîn kitabı onun nelere hayranlık duyduğunun bir işareti de sayılabilir.
DEHŞET
Romanın sonunda kahramanlıklarıyla tanınan ve Zilan yöresinden olan Reşoyê Silo ve eşi Zeyno’nun başlarının vahşice kesildiği haberi gelir. Askerler sadece Kürtlerin canlarına değil katliam sırasında mallarına da göz diker, talancılar gibi ölülerin üzerindeki altın ve kıymetli takıları da toplayıp ceplerine indirirler. Yazar Zilan Katliamı sırasında yaralı olarak kurtulan Delal adlı kızın başından geçenlere de yer verir. Delal’ın katliam sonrası hali çok üzücüdür. Ruh ve akıl sağlığı tamamen bozulan Delal kendi kaderine terk edilir. Delal romanda daha önceleri köyün en iyi kilim dokuyan kızı olarak tanıtılır, Yusuf adında birisiyle evlidir. Asker Veli’nin başına gelenler de ürperticidir. Çıkan bir çatışmada önce Kürt savaşçılara esir düşer. Kürtler kendisine iyi bakarlar. Veli esir kaldığı bu Kürtlerle infaz ortamında göz göze gelir. Kürtler Veli’ye yalvarırlar. Veli donup kalmıştır. En sonunda ikircilimli davranan Veli bu kez bir teğmen tarafından vurulup öldürülür ama cinayet daha sonra Kürtler üzerine atılır.
KOVALANAN HALK VE TOPLULUKLAR
Van yöresindeki Ermeniler, Yezidi Kürtler gibi farklı inançlarda olan insanların dostluğu da sürüp gitmektedir. Yazar, okuyucuyu inançları ve etnik kökenleri farklı olan bir coğrafyada gezindirir. Baskı altında olan, tehdit edilen ve kovalanan halkların macerasını yazar romanda hayvanların içinde yaşadığı vahşi yaşamla karşılaştırıp çarpıcı tespitlerde bulunur: “İnsan düzeninden birçok hayvan kaçmış, kaçmayanın ise soyu tükenmişti” veya “Dağ keçileri kovalandıkça kasları daha çok güçleniyordu“. Yetim kalan çocuklardan birisine de Zilan’ın Son Mevsimi adlı bu romanında rastlıyoruz. Sirun adındaki dokuz yaşında olan ve dünyaya küskün olan, korkudan konuşmayan ve yetim kalmış bir kız çocuğundan söz edilir. O bir çalının dibinde bulunur: ”…İbrahim yoldan geçenleri selamlayıp uzaklaşmalarını bekledi. Sonra kıza yaklaştı. Kızın korkudan koca gözleri sonuna kadar açıktı. Ona iyice bakınca Van yolunda evi bulunan değirmenci Sarkis’in küçük kızı Sirun olduğunu anladı. Üzerinde bir paçavraya dönüşen babasının gömleğinden tanımıştı. Gözleri yaş doldu”. Sirun Ermenice şirin anlamına geliyor. Kürtler arasına katıldıktan sonra da Şirin adını alıyor. Romanda yazar Sirun’u giderek daha da şirinleştirir. Yezidi Kürtlerden olan ve eksenleri bulan romanın yaşlı kadını Gozel Hatun bu kıza çok sıcak bir yakınlık gösterir, kendi koruması altına alır: “Gozel Hatun onca yıl geçmesine rağmen hâlâ Sirun’un lal olduğuna inanmıyordu. Bu kızda kendi çocukluğunu görüyordu”
SERAYE: BİR MASAL ANLATICISI
Yazar Berjin Haki Kürt folkloru, Kürt dili ve kültürünü de elinden geldiğince romanında ayrıntılı olarak işler. Romanın masal anlatıcısı Seraye’nin söylediği Sarı Gelin ve Bin Dilli (Bûka Zer û Hezaravaz) adlı masalda Van Denizi kıyısında bulunan akıl erbabı Sarı Gelin ve bülbülerin şahı olan Hezaravaz’ın başından geçenlere yer verilir. Bülbülün ses yetenekleri bilindiği gibi onun çokdilli bir yaratık olarak tanınmasına yol açmıştır. Kürt folklorunda, özellikle halk şarkılarında da bu tür bülbül vurgularına rastlarız, örneğin Şebabê Egîd’ın Kewa Gozel adlı şarkısında bülbülün 32 dil bildiği aktarılır: “Kör olası bülbül bu sabah otuz iki dille okuyor“ (Mîrata bilbilê vê sibê dixwîne bi sî û sê zimanan!). Bülbülün gül ile olan muhabbeti Kürt şiirine de yansır. Türkiye’de yasaklı ve “bilinmeyen dil”lerden olan Kürtçe üzerindeki dilsel baskıların öyküsü açısından bülbül hem baha biçilmez bir metafor hem de bu uğurda verilen mücadelenin çok anlamlı iyi bir simgesini oluşturabilir. Kürtçenin dil olarak yaşadığı diğer bazı zorlukları da romanda görebiliyoruz, örneğin Zilan’a yapılan askeri seferler sırasında resmi güçler ve yörenin yerli Kürtleri arasındaki iletişimin tam olarak sağlanmadığı ve Türk tercümanların gece gündüz çalıştıkları görülür. Zilanı kuşatan askeri güçlerin Kürt düşmanlıkları Kürtlerin dilleri Kürtçeyi de kapsar: “Zilan’a Zeylan diyordu. Anlaşılan Kumandan sadece Kürtleri yok etmekle yetinmek istemiyordu. Kürtçeyi de yok etmek istiyordu”.
BİR AĞIT USTASI LEYLAXAN
Leylaxan da Seraye gibi bir söz ustası. Ölülerin ardından yaktığı ağıtlar ile namdar olmuştur. Romanda Kürdistan’ın ünlü aşiret beyi Kör Hüseyin Paşa ve yakınlarının ölümü sırasında yaktığı ağıtlara da yer verilir. Haydaran aşiretinin tartışmasız büyük lideri Kör Hüseyin Paşa ve yakınları üzerine söylenen şarkılar dikkatleri çeker:
“Leylaxan’ın Hüseyin Paşa ve oğullarına yaktığı ağıt Zilan’dan Karaköse’ye ve tüm Kürdistan’da duyulmuştu. Dengbêjlerin Hüseyin Paşa’nın ölümünü anlattığı klam çoktan ezber edilmişti. Mehmet Bey ve Nadir Bey bir an olsun fırsat bularak bu ağıtları ve klamları dinleyememişlerdi. Yas tutmaya, içlerini akıtmaya onlara selama gelen Leylaxan’ı bekletip ağıtı birebir dinlemeye, gözyaşı dökmeye ise şimdi zamanları yoktu. Sadece Leylaxan’ın geldiği kulaklarına fısıldanınca derhal ayağa kalktılar. İki kardeş yaşlı kadının eline uzandı. Leylaxan da onları ilk defa görüyordu. Buna rağmen kardeşlere içtenlikle sarıldı. Hal hatır sorarak babaları için başsağlığı diledi ve dua okudu”.
Yukarıdaki arabaşlıkla tanıtılan “Seraye: Bir masal anlatıcısı” ve burada değindiğimiz “Bir ağıt ustası Leylaxan” gibi söz ustaları yazarın Kürt folkloruna olan düşkünlüğünün bir ifadesi olarak da yorumlanabilir. Roman üçlemesinin ikinci kitabının adı bu görüşümüzü destekler niteliktedir: Zilan’ın Dengbêjleri (2024). Sözlü halk edebiyatının asıl taşıyıcıları ve anlatıcıları olarak kabul edilen bu dengbêjler günümüze kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. Yazarın dengbêjlerin yurdu sayılan Serhat yöresindeki Van şehrinden gelmiş olmasının onun bu folklor vurgusu üzerinde etkili olabileceği düşüncesini de bir kenara itemeyiz.
SONUÇ
Yazar Berjin Haki bu roman üçlemesinde bir meleği andıran romanın eşsiz kahramanı Genç Meşe ağacını konuşturmakla büyük bir iş başarmış. Yazar ağaçlara bir akıl kazandırarak Zilan Vadisi ahalisinin tarihine ve kültürüne de dikkatleri çeker. Romanın bir yerinde “Ağaç milleti akıllı varlıklardır” belirlemesine rastlıyoruz. Dokuz yüz yıl boyunca Zilan ve yöresindeki olup bitenlerin canlı bir tanığı olan Genç Meşe de artık son günlerini yaşamakta, kuruyup gitmektedir. Okuyucu hazin bir tabloyla karşı karşıyadır. Çaresizlerin nefesine asırlar boyunca nefes katan bu gayretkeş ağaç dibindeki Zilanlıların yaşam mücadelesini hep izleyip dertlerine ortak olmuştur. Berjin Haki’nin bu üç ciltlik roman çalışması ilerde kapsamlı araştırmaların konusunu oluşturarak özellikle de sanat alanında çok yönlü işlevler görebilir. Roman, Van ve Zilan Vadisi’nin bulunduğu Erçiş’in bibliyografyasına bir zenginlik de katmaktadır.
More Stories
Måneskin solistinden “Sevgililer Günü”ne özel parça
Amerikan Rüyası’nın gerçek yüzü
‘Garajdan’ Van Gogh çıkmış olabilir